Tuesday 3 November 2009

JAPONYA'DA SONBAHAR

Sona yaklastikca gunler daha da hizli gecmeye basladi. Gecen ay iki haftaligina ilgilendigimiz konu ile ilgili calismak uzere farkli bolgelere gonderildik. Ben Asuke adli tarihi bir Japon koyunde dogal tarim yapilan bir ciftlige gittim. Asuke sonbaharda kirmiziya donen Momici agaclarinin bol oldugu Korangaike adli bolgesiyle unlu kucuk sipsirin bir koy. Dogal tarim ciftligi ise koyun biraz disindaki bir vadiye kurulmus. Ciftligin sahibi Ebisu ailesi inanilmaz iyi insanlar. Onlarla unutamayacagim iki hafta gecirdim. Cok dogal insanlar ve neredeyse para kullanmadan yasiyorlar. Bir hektarlik arazilerinde pirinc ve turlu turlu sebze yetistiriyorlar. Ayrica cok sayida kestane ve kaki ( bizdeki musmula benzeri bir meyve ) agaci var. Bundan baska 250 kadar tavuk ve horozlari var. Topragin gubresini tavuk tezegi, yemek artiklari, pirinc tozu ve kabugundan olusan bir karisimla karsiliyorlar. Yetistirdikleri hicbir seyi satmiyorlar, haftada bir Nagoya’ya gidip haftalik hasadi tanidiklarina hediye ediyorlar, karsiliginda yemek artiklari aliyorlar. Hersey takas usulu isliyor. Anne sado ( cay seremonisi ) hocasi, birkac ogrencisi var. Verdigi derslerden kazandigi cuzi miktardaki parayla ise ufak tefek harcamalarini karsiliyorlar.
Boyle bir duzen olusturmalarinin sebebi sanirim ektikleri sebzelerin pazarda alici bulamamasi. Hepsi cok lezzetli olmasina ragmen seklen yeterince cekici degiller. Bazilari egri bugru bazilari hafif zedelenmis vs. Daha once de bahsettigim gibi Japon tuketicisi sekle cok onem veriyor. Sanki yiyecek maddesi degil de luks tuketim maddesi aliyorlar. Zaten istenen standardi yakalamak adina uretimde %90 F1 tohumlar kullaniliyor!

Tarladaki calismalarin yanisira anne cok iyi bir ahci, birlikte bir suru yemek yaptik. Turk yemeklerinden imam bayildi ve zeytinyagli biber dolmasini cok sevdiler. Benim favori Japon yemegim ise daikon denen bir cesit turptan hazirladigimiz oldu. Ebisu ailesi fakir ama gonulleri zengin. Cok ama cok neseliler, her daim guluyorlar. Ben oradayken buyuk bir tayfun oldu ve agaclar yikildi, evin giris kismindaki camlar kirildi. Sabah uyandigimizda ortalik felaket durumdaydi. Bu durumu bile gulerek karsiladilar ve sarkilar soyleyerek ortaligi temizlediler.
Bu geziyi unutulmaz kilan diger faktorlerden biri ise Hinachan adli 8 aylik kiz bebekti. Hic aglamayan bebek olur mu? Evet olurmus. Genlerden herhalde Hinacan genelde guluyordu. Gordugum en tatli bebekti gercekten. Gunlerin buyuk bolumu hanimefendiyle oynayarak gecti. Sonra cay seremonisi derslerine katildim. Anne tum gayretiyle bana cay sunumunu ogretmeye calisti. Hergun pratik yaptik. Geriye kalan ise mideye indirdigim onlarca sekerleme ve mocha denen toz yesil cayin buruk tadi oldu. O incelikli hareketlerin hepsini bunyemin sindirebilmesi mumkun degil ama en azindan seremoni sirasinda nasil oturulup kalkilacagini ne soylenmesi gerektigini ogrendim. Cay seremonisi Japon kulturunun temel taslarindan. Japon evlerindeki en onemli bolum konuklarin agirlandigi chashitsu denen cay odasi. Bu odalara kakejiku denen ve mevsimlerle beraber degistirdikleri ozlu sozler asiyorlar ve chashitsulari ikebana ( cicek susleme sanati ) yaparak susluyorlar. Cay seremonisinin ozu ruhu dinginlestirmek. Bir fincan cay oyle zarif ve agir bir sekilde ikram ediliyor ki bu sayede konuk bastaci edilmis oluyor ve kalpten kalbe iletisim kuruluyor. Hayatimda boyle bir zerafet ve detaylar zinciri gormedim. ‘Chawan’i ( cay kabina verilen genel ad) nasil tuttugundan, suyu nasil doktugune, sekerlemeyi ne sekilde ne zaman ikram ettigine kadar herseyin bir sirasi ve sekli var. Cok detayli cok! Ayrica tek bir cay ikram etme sekli yok. Farkli caylarin kendine gore rituelleri var. Japon hanimlar bu rituelleri cocukluk cagindan itibaren ogrenmeye basliyorlar. Gerci son yillarda degisen toplum sartlarinda bu ritueller eskisi kadar ragbet gormese de yine de Japon kulturunun cok onemli bir parcasi.

Ebisusan ailesinin ciftliginde ‘Inekari’nin ( pirinc hasadinin) son gunlerine yetistim. Anne ile birlikte pirinc basaklarini elle hasat ettik. Biz OISCA’da konbini denen makine ile 1 hektari kolayca hasat etmistik ama burada tarla egimli arazide ve katman katman oldugu icin orakla tek tek kesmek gerekti. Beli iki buklum eden cok yorucu ama bir o kadar da zevkli bir is. Etrafimizda pervane bocekleri, kelebekler, sonbahar gunesinin yumusak isiklari ve serin vadi ruzgarinda hafifce dalgalanan basaklar, annenin yanik sesiyle soyledigi Japon halk ezgileri (Shigin) inekarinin atmosferini olusturuyordu.

Ciflik donusundeki haftasonu ise Okazaki’de evlerine konuk oldugum dagcilik yapan aile ile Enasan adli 1500 m’lik daga tirmandik. Tayfun sonrasi gunesli harika bir gundu. Gokyuzu masmavi ve piril pirildi. Tirmanisa sabah 7’de basladik. Yaklasik 4 saatlik bir yuruyusten sonra zirveye vardik. Zirvede sosis, jambon, ekmek, onigiri ( pirinc toplari – Japonlarin degismez yiyeceklerinden biri) ve deniz yosunlu corbadan olusan menuyle harika bir piknik yapip gunesin altinda isindik ve dinlendik. Inis yaklasik 2,5 saat surdu. Yuruyus bittiginde yorgunluktan ayaklarim titriyordu ama o yorgunluga degdi cunku onsen’e ( kaplica) gittik. Tum gun yurudukten sonra sicak su havuzu kesinlikle olabilecek en iyi seydi. Sonrasinda ise geleneksel bir restoranda cok lezzetli yemekler yedik. Gun boyunca dilime dolasan melodi ‘Just a perfect day!’ oldu.

Gecen hafta ise Keiko-san ile Peru yemeklerinin ogretildigi bir kursa katildik. Keiko-san Ebisu ailesinin ortanca kizi ve kisa zamanda kaynastik. Ingiliz kocasiyla beraber Asuke’de dagin oteki yakasinda yasiyor ve ormancilikla ugrasiyorlar. O da benim gibi dunya mutfaklarina merakli oldugu icin arkadasimiz senora Paredes’in kursuna katildik. Paprikali, sarimsakli tavuk, patates salatasi ve mayonez hazirladik. Sonrasinda ise Toyota’daki yilin en buyuk festivali olan Koromo Matsuri’ye katildik. Festivalin baslangic noktasi olan tapinaga gittik. Bu festival pirinc hasadini kutlamak ve tanrilara sukran sunmak amacli yapiliyor. Heryer confeti, seyyar arabalarda satilan binbir cesit yiyecek ve insanla doluydu. Rengarenk ve isikli bir eylul gunuydu...

Sunday 23 August 2009

Festivaller Ulkesi Japonya

Japonya gercekten de tam bir festivaller ulkesi. Yilin her doneminde dini ve geleneksel bir cok festival duzenleniyor. Tanabata Festivali de bunlardan biri. Inanisa gore Orihime ve Hikoboshi birbirinden ayri dusmus iki asik. Yilda sadece bir kez 7.ayin 7.gecesinde samanyolunda, eger gokyuzu berraksa bulusuyorlar. Bu gun icin dilekler tutuluyor ve agaclara asiliyor. Eger gokyuzu o gece berraksa dilekler de kabul oluyor. Hidirellezin bir nevi Japon versiyonu. Biz de bu gunun serefine dileklerimizi kagitlara yazip agac dallarina astik. Isin komik tarafi gokyuzu o gece nasildi bakmayi unuttum. Yine de berrak olarak hatirlamayi tercih ediyorum!

Edindigim ve beni dumur eden bir baska bilgi ise calismaktan olen Japonlarin sayica coklugu. Ikinci dunya savasindan bu yana binlerce Japon fazla calismaktan olmus yani deyim yerindeyse nallari dikmis! Ne kadar cok calistiklarini tahmin edin artik. Biz de ayak diremeye calissak da bu yogun calisma temposundan nasibimizi fazlasiyla aliyoruz.
Bir Japon deyisine gore calismak omru uzatir, zamani kisaltirmis. Gercekten de calisirken birakin saatlerin gunlerin hatta haftalarin nasil gectigini anlamiyorum. Bu arada JApon kadinlarin ortalama omru 82, erkeklerinki ise 79. Uzun omrun sirri cok calismanin yani sira bol pirinc-sebze ve balik tuketiminde gizli bence.

Gectigimiz haftalardaki en ilginc gezilerden biri Shinshilo sehrindeki Fukutsu dogal tarim ciftligine olandi. Fukutsu, organik tarimin otesinde topragi hic surmeden, otlari temizlemeden, ilaclama ya da gubreleme yapmadan tarim yapilan bir ciftlik. Sahibi 60 yaslarinda, son derece dinc ve mutevazi Matsuzava adinda biri. Esiyle birlikte dagin yamacina kurulmus, verimli, dogal su kaynagi olan yaklasik 2 hektarlik arazide 20 yili askin suredir, deneye yanila dogal tarim tekniklerini uyguluyorlar. Bu ciflikte yilda 200`den fazla meyve ve sebze cesidi yetistiriyorlar. Organik ve dogal tarim yapan yerel ciftcilerden olusan bir kooperatif kurmuslar ve urunlerini birlestirip her cuma taze taze yerel markette satiyorlar. Burasi Japonya`da oldukca unlu bir ciftlik. Dunyadan ve Japonya`dan bircok insan burayi ziyaret edip, egitim aliyor. Otlari otlarla, bakterileri bakterilerle, bocekleri ise boceklerle kontrol ediyorlar. Tamamen kendine yeten bir sistem kurmuslar. Hemen hemen tum ihtiyaclarini kendileri uretiyor ve mutevazi bir yasam suruyorlar. Gipta etmemek elde degil dogrusu.

Ayni gun ogleden sonra Gamagori adli bir sehre havai fisek gosterisi izlemeye gittik. . Ohanabi ( havayi fisek demek) yaz festivallerinden biri. Temmuz sonlarinda tum Japonya`da saatlerce suren havai fisek gosterileri yapiliyor. Kadinlar Yukata denen yazlik kimonolar giyiyorlar ve coluk cocuk sokaklarda bu hos gosterinin tadini cikariyorlar. Danslar, muzikler, yemekler, Yukatali cicek gibi kadinlarla Gamagori`de de tam bir senlik havasi vardi. Hayatimda izledigim en uzun ve renkli ( yaklasik 2 saat ) havai fisek gosterisiydi.

Gecen hafta ise Bon Matsuri yani Bon festivali vardi. Bu festival de heryer kagit fenerlerle kaplaniyor, cunku atalarinin ruhlarinin bu zamanda 3 gunlugune kendilerini ziyaret ettiklerine inaniyorlar. Buyuklerinin ruhlarini, etrafi kagit fenerlerle aydinlatarak karsiliyorlar. Aksamlari Taiko( Geleneksel Japon davulu) esliginde Bon dansi yapiliyor. Bircok farkli figuru olan ama oldukca kolay ve eglenceli bir dans. Buyuk halkalar olusturuluyor ve genis daireler cizilerek dans ediliyor. Bu festival nedeniyle 3 gunlugune Okazaki sehrinde japon bir ailenin evine konuk oldum. Cok dogal, basit yasami ilke edinmis, hayat dolu bir aileydi. Anne-baba-cocuk olarak en buyuk hobileri dagcilik. Birkac kez Nepal`e gitmis ve Himalayalar`a belirli bir metreye kadar tirmanmislar. Biz de birlikte trekking yaptik. Bundan baska Shimoyama adli kirlik ve daglik bolgeye otoosan`in ( ev sahibi baba) organik tarim yaptigi ufak tarlayi gormeye gittik. Iste orada hayatimda gordugum en ilginc aileyle tanistim. Onlara Robinson Crusoe ailesi diyorum cunku Ormanin icinde 20 yildir izole sayilabilecek bir yasam suruyorlar. Baba 2 metreye yakin devasa bir Amerikan – Alman melezi, anne ise babaya nazaran daha genc, hos bir Kazak hatun. Birbirinden sevimli uc cocuklari, 1 kopek, 2 kedi, 5 ordek ve 2 dag gelincikleri ile beraber Japonya`da dogayla basbasa yasiyorlar. Baba felsefe hocasi. Japon egitim sistemini cok kati buldugu ve cocuklarin hayal gucunu oldurdugune inandigi icin cocuklarini okula yollamiyor, egitimleriyle bizzat kendisi ilgileniyor.

Cocuklar cok arkadas canlisiydi. Ozellkle Walter adli ufaklik beni gorur gormez sanirim biraz da yabancilarla ingilizce konusabilmenin hasretiyle hikayeler anlatmaya basladi. Ama ne hikayeler! Yok dun okyanusa gitmis, 500 metreye dalmis ve ozel telsiziyle elinde tuttugu freezby`i bulmus. Onu denizden cikarabilmek icin dev bir ahtapotla savasmis ve yuzerek kacmayi basarmis vs. Baba ise bizi takim elbiseyle karsiladi. Konuklarini oyle karsilamak adetiymis! Satranc masasindan yeni kalkmis, sac bas birbirine karismis, yirtik pirtik t-shirtlu, ciplak ayakli ve fakat takim elbiseli hali gozumun onunden gitmiyor. Bu yari deli goruntusune ragmen kafasi zehir gibi calisan ve derin fikirleri olan bir adam. Nagoya universitesinde haftada birkac kez seminer fenomeni ile ilgili ders veriyor. Anne ise evde cocuklarla ilgileniyor. Bu orjinal aile bende nedenini tam aciklayamadigim derin bir iz birakti. Icimde mutlu bir aile kurma olasiliginin tohumlarini yeserttigi icindir belki de kim bilir!

Dun, yani 22 agustos gunu ise farkli ulkelerin mutfaklarinin tanitildigi bir programa katildik. Yaklasik 150 konuga Kenya, Panama, Filipin ve Turkiye yemeklerinden ornekler sunduk. Ben domates soslu, yogurtlu patlican ve biber kizartmasi yapip ekmekle sundum. Sanirim cok begendiler cunku Turk masasindaki yiyecekler tamamen tukendi ve bazi insanlar ne yazik ki elcegizlerimle hazirladigim leziz kizartmadan tadamadi bile. Kenya gozleme ve yahni benzeri iki cesit, Filipin degisik bir tur kofte ve Panama icinde envai cesit balik olan limonla marine edilmis bir salata sundu. Sonrasinda Salsa ve Japon danslariyla eglendik.

Bu arada baska bir gun duzenlenen Oisca yildonumunde her telden calan bir dans gosterisi yaptim. Mercan Dede`nin farsca bir sarkisi esliginde sahneye cikip, once cayda cira oynayarak sonra biraz gobek atar gibi yaptim. Yapacak birsey yok, folklor bilmeyen bunye utansin! Maksat slayt gosterisi ile ulke tanitimiydi ve amacima ulastim. Yine de mumlar, los isik, kirmizi duvak vs ile hos bir ambians oldu sanirim cunku sonrasinda bir suru insan, birlikte fotograf cektirmek istedi.

Onumuzdeki ay pirinc hasadi basliyor. Zorlu bir ay bizi bekliyor.Pastirma sicaklarinda pirinc tarlasinda calismak hayli eglenceli olacak! Tabi ki elimizden gelenin en iyisini yapmaya devam cunku hayata dort elle sarilip, uretken olunca hersey cok daha anlamli ve guzel! Japonlarin deyimiyle Gambarimasu! Turkce`ye “Ha gayret!” olarak cevrilebilir belki de…

Wednesday 1 July 2009

ORGANIK GUNLER

Organik tarimla ilgili teorik derslerin yanisira bahcelerde calismaya devam. Gecen hafta seftali topladik. Turkiye`deki seftaliler kadar lezzetli degil ama yine de oldukca sulu.Cok yagmur yagdigi icin seftalileri tek tek kagitla kapladik. Bu is birkac gunumuzu aldi. Nisan ortasinda agaclar cicek actiginda daha iri ve kaliteli meyve versin diye ciceklerin cogunu koparmistik. Dogada herseyin olabildigince kendi haline birakilmasi taraftariyim ama Japonya`da tuketicinin beklentisi gercekten cok yuksek. O yuzden bir suru ayrinti ile ugrasiyoruz. Farkli buyuklukte ya da biraz zedelenmis bir sebze ya da meyveyi asla almiyorlar. Turkiyede kamyonlardan tasip yerlerde surunen mamuller burada ozenle tek tek yikanip, posetlenip o sekilde satisa sunuluyor. Market kismi cok onemli. Ornegin, havuclari bile tek tek yikayip, tartip, 450 gr gelecek sekilde seffaf posetlere koyup, bantliyoruz. Uzerlerinde dogal urun vs yaziyor. Tabi fiyatlarda Tr`ye gore ucuyor. Burada meyve adeta bir luks tuketim maddesi. Yemeklerden sonra bir (sayiyla 1) dilim elma ya da portakal yiyoruz. Ikinci dilim yok! Bazi ogunlerde 2 adet cilek ya da 1 muzun ucte biri dusuyor kisi basina. Canim ulkem cennet cennet! Buralari gorunce insan bazi seylerin kiymetini daha iyi anliyor. Cocukken bahcemizdeki elma, dut, kiraz, kayisi agaclarindan toplayip patlayana kadar yedigimiz meyvelerin, hele o bal gibi sekerparelerin tadi hala damagimda. Tum gun baglarin arasinda bisikletle gezip meyve bahcelerine dalardik. Bir cocuk dogal ortamda daha baska ne ister ki!

Burada da gecen gun yagmurun altinda cilek toplarken eski gunleri hatirladim. Yillardir Istanbul`da kesmekesin icinde sakin ve dogal yasami unutmusum. Gerci Istanbul`da da alternative yasamlar kurmak mumkun ama kosusturmanin icinde insan zamanin nasil gectigini anlamiyor ve rutine kapilip gerekli manevralari gerceklestiremiyor. En azindan bana oyle oldu. Carki kirip kendimi nasil olduysa Japonya`nin kirsalinda buluverdim. Gerci burda kirsal ile sehir arasi cok uzak degil. Toyota sehrine inmek bisikletle 40 dk. suruyor. Havanin guzel oldugu haftasonlari Kampachi`den sehre bisikletle, pirinc tarlalarinin arasindan, ciftcilere selam vererek, kelebekler pesimde giderken kendimi Miyazaki`nin anime karakterlerinden biri gibi hissediyorum.

Sehre genelde kutuphaneden kitap almaya ( 3 katli sahane bir kutuphane var Toyota`da), alisverise ve igo oynamaya gidiyorum. Igoya Tr`de bundan birkac yil once baslamistim. Burada bir igo klubu buldum. 70 yaslarinda birkac sensei var, onlarla oynuyorum. Daha dogrusu sagolsunlar lutfedip benimle oynuyorlar cunku hepsi dan yani prof seviyesinde, bana ogretiyorlar. Igo, zihin acan, yuksek konsantrasyon gerektiren cok cok keyifli dunyanin en eski oyunlarindan biri. Kurallari oldukca basit fakat oynadikca ve icine girdikce yepyeni katmanlari var, engin bir deniz gibi insani icine cekiyor. Ogrenmek, online oynamak ya da oyunlari izlemek icin http://www.kiseido.com/ sitesini tavsiye ederim.

Aktivitelere gelince gecenlerde bir aksam Asahi Genkimura yoresinde bir platoda ilk ve ortaokul ogrencilerinin kamp atesi gecesine davetli olarak katildik. Ormanin ortasinda bir alanda koca bir ates yakilmis, etrafinda 100 kadar cocuk, sarkilar soyleyip, oyunlar oynuyor, gosteriler yapiyorlardi. Biz de cocuklarla beraber sarkilar soyleyip, turlu turlu oyunlar oynadik. Gecenin sonunda kucucuk cocuklar alevli cubuklarla ates dansi yaptilar. Bu cocuklara nasil boyle buyuk bir sorumluluk vermisler gozlerime inanamadim. Sopalar ellerinden yanlislikla firlasa yangin cikmasi an meselesi. Kucuk yastan atesi, sorumluluk almayi ogretiyorlar. Tanrilarin ormanlarda yasadigina inanildigi icin ormanlar kutsal. Japonlar ormanlari icin canlarini bile verir bence. Itfaye merkezleri 5 yildizli oteller gibi. Surekli egitimler, yangin talimleri heryerde.

Bunlardan baska iki hafta once Shizuoka bolgesinde Kakegawashi`de Sakata adli bir tohum uretim ve arastirma merkezine gittik. Dunyanin 5. en buyuk tohum ureticisi. Tabi ki hybrid tohumlar. Japonya`da tarimin %90`i yapay tohumlarla yapiliyor. Dogal tohum kullanmak yasaya tabi, izinsiz ekim yapilamiyor. Isin bu kismi tuyler urpertici. Biz de Kanpachi`de organik tarim yapiyoruz ama hybrid tohumlarla. Cunku dogal tohum uretilmiyor. Turkiye`nin gelecegini gorur gibiyim. Bununla ciddi olarak savasmak gerekli. Trostler gida savasinda pay kapmak icin genleriyle oynanmis tohumlarin iyi oldugunu ve artan nufusa karsi insanlara yeterli yiyecegi saglayabilmek icin bunun gerekli oldugunu hukumetlere dayatiyorlar ama kulliyen yalan. Ornegin Abd`de uretilen yillik hasilatin tonlarcasi denize dokuluyor. Yiyecek yetmiyor degil sadece esit olarak dagitilmiyor. Ciftci bugun rekabet kosullariyla basedebilmek icin geceli gunduzlu calisip, tuketici beklentilerini karsilayabilmek adina cok daha fazla kimyasal madde kullanip yine de zar zor ayakta kalabiliyor. Alternatif yollar var, bu yollari kesfetmek ve deneyimlemek icin her alanda suruden ayrilabilme cesaretini gostermek gerektigini dusunuyorum. Dogal tarim ve alternatif yasam ile ilgili Fukuoka`nin Ekin Sapi Devrimi adli kitabini siddetle tavsiye ederim. Sadece tarim degil bir yasam felsefesi iceriyor. Mumkun oldugunca hicbirsey yapmama, herseyi dogal haline birakma ilkesine dayali bir felsefe. Insan elinin degdigi ve dogal seyri bozulan herseyi duzeltmek icin daha cok mudahale gerekiyor, bu beraberinde daha da cok bozulmayi getiriyor. Ayrica kitabin basinda `MU` kanjide `No mind` anlamina gelen bir sembol var. Kalbi ve akli bosaltip dogayla bir olmayi, onun icinde erimeyi simgeliyor. Bir isle ugrasirken sadece ona odaklanmayi ve baska hic birsey dusunmemeyi denediniz mi? Kolay gibi gorunuyor ama bir hayli zor. Ciddi konsantrasyon ve caba gerektiriyor. Neyse kitabi okursaniz burada yazdiklarim daha anlamli olur.

Sakata tohum fabrikasindan sonra yesil cay ve narenciye bahcesi arastirma merkezlerine gittik.Portakal arastirma merkezinde agaclarin etrafinin dogal otlarla kaplanmasinin onemini vurgulayan ve bilimsel olarak aciklayan bir sunum izledik. Yesil cay ise Japonlarin olmazsa olmaz icecegi. 50.000 hektar cay alani var. bunun 20.000 hektarlik kismi Shizuoka yani bizim ziyaret ettigimiz bolgedeydi. Arastirma merkezinin hedefi cay yetistirmede kullanilan nitrojen miktarini azaltmak. 80`li yillardan bu yana cevredeki bir golde yamaclardan suya karisan nitrojen fazlasi yuzunden balik kalmamis. O nedenle nitrojen miktarini azaltmak icin farkli yontemler deneniyor, testler yapiliyor. 80 kg/10 ar son yillarda 54kg/10 ar`a kadar dusurulmus. Bunu daha da azaltmayi hedefliyorlar. Tanitim sonrasinda bahsi gecen gole gittik. Cok guzel bir manzarasi vardi. Icinde kucucuk de olsa baliklarin yeniden uremeye basladigini gormek umut vericiydi.

Friday 22 May 2009

UGUR BOCEKLERI

Japon dili ve kulturu temel egitimi nisan sonunda bitti. Sertifika toreninde hepimiz tek tek kursuye cikip 3`er dakikalik japonca konusma yaptik. Senseiler cok duygulandi hatta aralarinda aglayanlar bile oldu. Japonlar gercekten cok duygusal insanlar!

Bu donem bitince bircok trainee japon ailelerin yayina yerlesti. Artik merkezde 15 kisi kadariz. Hemen hergun farkli tarla ve bahcelere gitmeye basladik. 8.30 - 16.30 calisiyoruz. Simdiye kadar patates, brokoli, sunny lettuce, marul, kabak, biber, domates, taro, tatli patates, lahana ektik. Ayrica serada bamya, tatli misir, kabak cekirdegi, soya fasulyesi, yesil fasulye ve salatalik tohumlari ektik. Boylelikle bir sebzenin yetistirilmesinde A`dan Z`ye butun asamalari gormus oluyoruz. Tarlada calisirken gunumu gun eden sey ugur bocekleri oluyor. Kimyasal madde kullanilmadigindan heryer ugur bocegi kayniyor. Kendimizi de farkli kulturlerden uc uc boceklerine benzetiyorum. Tarlada calisirken surekli farkli dillerden melodiler yukseliyor, bazen hep bir agizdan bir ulkenin milli marsini mirildaniyoruz.

Tarim faaliyetleri arasinda pirinc dogal olarak en onemli olanlardan biri. Ilk olarak pirinc tohum ayiklamasini gorduk, sonra nursery bedlere tohumlari ektik. 20 gun kadar bekledikten sonra tarlaya transplantasyonunu gerceklestirdik. Ilk ekim pirinc festivaline denk geldi. Coluk cocuk, genc yasli bircok japonla beraber tarlaya girdik. Pirinc belli bir sicaklikta kalmasi gerektiginden tarlalara su basiliyor. Kimyasal kullanilmadigi icin tarla kurbaga ve bocek kayniyordu. Ciplak ayakla bilegimize kadar sulu camurun icinde pirinc ekmek cidden farkli bir deneyimdi. Ilk basta oldukca yadirgadim ama sonra alistim. Cocuklarin kurbaga avini izlemek cok eglenceliydi. Zavalli kurbagalarin rahati bozuldu J

Gectigimiz haftalarda Japonya`nin en onemli bayrami – golden week – vardi. Bu tatil 4 mayis cocuk bayramiyla birlesiyor. Bu sebeple heryerde koinobori adli, bolluk bereket simgesi olan ucan bez baliklar asili. Tatil nedeniyle bizleri 3 gunlugune japon ailelerin yanina gonderdiler. Filipinli bir arkadasla Ichinomiya adli bir sehre gittik. Bizi cok iyi agirladilar. Once Sushi restoranina gittik . kaiten denen donen bantta birbirinden lezzetli sushiler yedik. Bir an masadan hic kalkmamak, patlayana kadar yemek istedim. Tabi her guzel seyin bir sonu var!

Daha sonra Gifu adli bir bolgede Oshiro – samurai satosuna ciktik. Sato yaklasik bin yillik. Ormanlik buyuk bir dagin tam tepesinde ve sehre 360 derece hakim. Icini muze yapmislar. O doneme ait, savas aletleri, tablolar ve heykeller vardi. Ertesi gun ise, river side festivale katilip Oisca standindaki organic urunlerin satisina destek olduk. Burada free market denen bir yapi var. Ayin belirli gunlerinde ve festivallerde onceden belirlenen bir alanda isteyen herkes 2. el urunlerini satiyor. Ivir zivir ne varsa cok ucuza bulmak mumkun. Animasyon ciddi bir pazar oldugundan maskot cesitliligi inanilmaz. Ormanin ruhu Tottoro maskotunu gorunce dayanamayip aldim. Filmini Istanbul film festivalinde izlemistim. Gordugum en sevimli cizgi karakterlerden biri; tostoparlak, tuylu bir yaratik ve ziplayarak hareket ediyor.

Tatilin son gunu Otera ( Budist tapinagi ) ve Jinja ( Shinto tapinagi ) ziyaret ettik. Budist tapinagindaki tasin uzerinde genclik iksiri olarak su ogutler yaziliydi:
1. Daima gulumse
2. Hergun yeni seyler ogren
3. Yeni arkadaslar edin
4. Bol seyahat et
5. Hergun oku ve yaz

Japonlarin neden bu kadar seyahat ettikleri simdi daha iyi anlasiliyor! Kulturleriyle ilgili baska bir ayrinti; osoba denen eristeyi ve corbalari agizlarini acaip derecede hopurdeterek icmeleri. Bu, yemegin lezzetinin gostergesiymis. Insanin kulaklarina pamuk tikayasi geliyor, o derece yani! Ayrica heryerde pachinko ( oyun makineleri olan salonlar ) var. Icerisi muthis gurultulu ve sigara dumaniyla kapli olmasina ragmen 70 yasindaki dedeler-nineler kumar makinelerinin basinda kendilerinden geciyorlar. Cocuklar ise gameboylarin esiri olmus. Gercek dunyayla baglantilari biraz kopuk. Gerci yesil alan ve ilgili aktiviteler cok cok fazla, bu sekilde dengeyi korumaya calisiyorlar sanirim. Tatil sonrasi yogun calisma donemine geri donduk. Bu kadar calisinca tatilin tadi bir baska oluyor.

Gectigimiz haftasonu ise Fuji dagina agac dikmeye gittik. 200 kadar OISCA uyesi Fuji eteklerinde 5 farkli cesit binlerce agac ektik ve geyiklerden korumak icin fidanlarin etrafini plastik korumalarla cevreledik. Donuste Sato bolgesinde tarihi bir koy ziyaret ettik. Erkekler samurai kiyafeti, kadinlarsa kimono giyip bir sureligine de olsa eski zamanlarin havasini yasamis olduk.

Sunday 19 April 2009

SAKURA MEVSIMI

Selam, uzun bir aradan sonra ancak yazabiliyorum cunku calismaktan basimizi kasiyacak vakit bulamiyoruz. Iki aydir gunde ortalama sekiz saat japonca goruyoruz. Bu kadar yogun egitimin sebebi bazi traineelerin nisan sonunda japon ailelerin yaninda kalmaya baslayacak olmalari. O yuzden gunluk hayatta japonca anlasabiliyor olmalari gerekiyor. Bizde bu tempodan nasibimizi aliyoruz tabi. Hiragana katakana harflerini okumaya calismaktan gozum dondu resmen. Saka maka cat pat japonca konusmaya da basladik. Berbat konusuyoruz tabi ama yine de derdimizi anlatabiliyoruz. Bir suredir japoncayla yatip kalktigimiz icin japon dili ile ilgili Bozkurt Guvencin Japon Kulturu adli kitabindan derledigim bilgileri paylasmak istiyorum.

Japon dilinde dinleme konusmadan daha onemli. Konusmanin yaridan cok sorumlulugu dinleyiciye dusuyor. Dinleyen mimik ve tepkileriyle ne kadar icten dinledigini belli ederse diyalog o kadar basariya ulasiyor. Japoncada yoin adi verilen titresimin olduguna inaniliyor. Gercekten de kulakta garip bir titresim olusuyor ya da bunu bildigim icin bana oyle geliyor. Japonlara gore insan iliskileri ses ve titresimlere acik olmali. Ne var ki gercek bir yanki icin duygu ve dusunceler tumuyle aciklanmamali ki, dinleyen kisi de titresime katilsin. Dinleyen ne kadar cok duyarli ve anlayisli ise anlatan o kadar az aciklamak durumunda kaliyor. Ote yandan konusan az acikladigi halde dinleyen ne denli cok algilarsa o kadar cok yoin yani titresim oluyor. Ozetle japonca konusma torenseli dinleyenin soyleyenden bilge olmasi ilkesine dayaniyor. Batida etkili konusmak, anlatmak, soylev vermek bir sanatken Japon dilinde candan dinlemek, anlamak sanat sayiliyor. Gercekten de japonlarin cok etkili dinleyiciler olduklarini gozlemliyorum ve dinlemenin ne kadar onemli oldugunu daha iyi anliyorum. Bu konuyla ilgili oldukca ilginc bir gozlemim var. Simdiye kadar birkac torene katildim. Dinleyiciler konusmacilari gozleri kapali ve baslari one egik sekilde dinliyor. Bunu ilk gordugumde saygisizliga bak adam resmen uyuyor dedim ama sonra digger dinleyenlere daha dikkatli bakinca fark ettim ki bir cogu ayni sekilde dinliyor, sanki transa geciyorlar. Bizdeki karsiligi dupeduz uyku modu!

Japon dusunurlerine gore bati dusuncesi hedefe dogru dogrusal bir yorunge izliyor. Japon dili ve dusuncesi ise ,konusmaci ile dinleyen, yazarla okuyan arasindaki karsilikli titresim ve yankiya dayandigi icin, sayili noktalardan olusan bir yorunge izliyor, sicraya sicraya yaklasiyor eregine. Japon, bu noktali yorungeyi kendi kafasinda birlestirmeye calisirmis. Budizmde ve Taoizimde hareket noktasi ve Japon dusuncesine egemen olan, Aristo mantiginin aksine, celisik mantik. Celisik mantik ozetle:

1. O, hem odur, hem o degildir.
2. O, ne budur, ne de sudur.
3. Celiski nesnel bir olgu degil dusuncenin yanilgisidir ilkelerine dayaniyor.

Can-ken-pon (Tas, kagit, makas) adli oyun bunun en guzel ornegi. Uc simgeden herbiri otekilerden birine karsi guclu ve kazanir; ucuncusune karsi gucsuzdur yenilir.

Kagit tasi sarar ( K>T)
Tas makasi kirar ( T>M)
Makas kagidi keser ( M > K)

Bu mantiga gore mutlak guc, guclu yok. Kazanmak guce degil duruma bagli. Kazanmak icin otekinin ne yapacagini onceden kestirmeye calismak gerekiyor.

Gercekten de pinpon vs gibi herhangi bir oyuna kimin baslayacagina karar vermek icin bile hep can-ken-pon oynaniyor.

Ilginc seylerden biri de ailelerin cocuklarina istedikleri soyadini vermeleri, soyad babadan cocuga gecmiyor. Ayrica okullar Eylulde degil sakura zamaninda yani nisanda aciliyor. Baharin gelmesiyle beraber sevincle calismaya basliyorlar! Bir de cok komik olan birsey var, kendilerinden bahsederken yani ben derken isaret parmaklariyla burunlarinin ucuna dokunuyorlar, hani biz hafifce gogsumuze dokunuruz ya iste onlar burunlarina dokunuyor. Senseiler sinifta birsey anlatirken boyle yapinca gulesim geliyor.
Derste cok yorgun ya da uykulu oldugumuzda hepimizi ayaga kaldirip tren olusturuyorlar ve arkadaki ondekine masaj yapiyor sonra tersine donuluyor. Egitim hayatim boyunca boyle bir seye de daha once rastlamamistim.

Egitimde sinir tanimiyorlar. Gecenlerde bir pazar gunu butun Toyota halkinin katildigi umumi tuvalet temizligi vardi. Ciddiyim, coluk cocuk toplu halde umumi tuvaletleri nese icinde temizlediler. Ortak tuvalet kullanimini daha iyilestirmek ve temizlik asilamak adina yapilan bir aktiviteymis.

Bir baska vurucu olaysa Oisca merkezine egitime gelen sirket calisanlarini bir Pazar 40 km. yuruttuler. Sabah 8de baslayip aksam 5e kadar dere tepe yuruduler. Hepsinin ayaklari su topladi, bazilari topalliyordu. Sonra baska bir gun hepsine tek tek tavuk kestirip temizlettiler. Aksam yemekte kestikleri tavuklari yedik. Neyseki biz sadece sebze – meyve yetistirmekle ilgileniyoruz. Tabi her sabah 6da kalkip jogging ve temizlik allahin emri. Ilk baslarda yataktan surunerek kalkiyorduk ama simdilerde herkes alisti alarm calmadan uyanir olduk. Burasi ormanlik alan oldugu icin cok kus var, sabahlari genelde kuslarin senfonisiyle uyaniyoruz, bu gercekten cok guzel!

Japonyada daha once de bahsettigim gibi dogaya muthis bir saygi var. 21 mart ekinox kutlamasi nedeniyle resmi tatil. Biz de o gun buraya gelen Japon konuklar ve rehberler esliginde orman yuruyusune ciktik. Farkli agac ve bitki turlerini inceledik. Rehber eminim ki cok ilginc seyler anlatti ama malesef hepsi japonca oldugu icin cogunlukla sezgilerimi kullanarak anlamaya calistim, o yuzden sadece fotograf eklemekle yetiniyorum :)

Nisan basinda ise sakuralar heryeri sardi, bir cumartesi bahar cicekleri arasinda piknik yaptik. Yemekler gercekten enfesti ve uzun bir aradan sonra buz gibi bira icmek hepimizi cok neselendirdi. Farkli milletten arkadaslar gitar calip sarkilar soylediler. 3 saatlik gramer sinavinin ardindan ( evet cumartesileri de ders var) piknik ilac gibi geldi.
Dun ise burada egitimini tamamlayan traineeler icin veda toreni vardi. Geleneksel kiyafetlerimizi giyip kapanis torenine katildik. Japon muzisyen kadinlar kimonolari ile koto ( geleneksel japon enstrumani) caldilar. Bizden ise Honduras, Panama, Malezya ve Endonezya dans gosterisi yapti. Onlar dans ederlerken sahne arkasindaki perdede ulkeleriyle ilgili tanitici fotograflar donuyordu, bunun icin gelecek sefer ben de katilacagim. Artik cayda cira mi oynarim, halay mi cekerim yoksa sadece gobek atmakla mi yetinirim o andaki moduma gore karar verecegim. Ulke tanitimi adina karizmayi cizdirecegim artik napalim! ;)

Saturday 7 March 2009

JAPONYA`DA ILK IZLENIMLER

Japonya siraya dizilmis binlerce adadan olusan bir ulke. Dordu oldukca buyuk gerisi cok kucuk binlerce ada. Dort ada sirayla en kuzeyde Hokkaido, en genis ve uzun Hondo, en maviyesil Sikoku ve en tarihi Kyushu adasi. Nippon ya da Nihon gunes ve kok kelimelerinin birlesiminden turemis, o yuzden Nihon gunesin yeri anlamina geliyor. Kasimpati birligin ve kutsalligin simgesi. Kasimpati diger adiyla krizantem, sakura ( kiraz cicekleri ) ve kilictan ustun sayiliyor cunku sakurada gencligin, kilicta ise iktidarin gelip geciciligi var. Krizantemin 16 petalli bir turu imparator ailesinin armasi. Armadaki krizantem mi kilic mi ikilemi buradan geliyor. Ulke nufusu 127 milyon, % 69'u ormanlik arazi ve yasam icin bos alan sadece %14. Bu yuzden ozellikle buyuk sehirlerde kucucuk ve ( yaklasik 10-15 metrekarelik evlerde) birbirinden kagit kadar ince duvarlarla ayrilmis odaciklarda, icice yasiyorlar. Ozel alandan bu denli yoksunluk ask oteli kavraminin olusmasina neden olmus. Evli ciftler dahil bir suru cift rahat bir soluk almak icin bir saatligine bile olsa binlerce ask otelindeki odalardan birini kiraliyormus. Odalarda cift kanal sistemi, ozel amaclar icin kapali yayin, turlu kokulu sabun ve aromatik masaj yaglari, ayrica ciftlerin kendilerini kameraya alabilmesi icin video kamera bile bulunuyormus. Japonya zengin ile fakirin arasindaki ucurumun en az oldugu kapitalist ulke olarak biliniyor. Ulusal birlik ve beraberlik duygusu Japon mucizesinin temel kavrami. Adalari birbirine baglayan simenava adli halat ise bu birligin simgesi. Budizm ve Shinto en yaygin dinler. Binlerce tanrilari var ve kendileri de oldukten sonra tanri olduklarina inaniyorlar. Neyse bu kadar on bilgiden sonra kendi deneyimimi aktarmaya baslayayim.
Tokyo Narita havaalanina adim atar atmaz beni bir JICA yetkilisi karsiladi. JICA, hukumet destekli bir kurulus. Gelismekte olan ulkeler icin projeler duzenleyip, o ulkelerden insanlari cesitli alanlarda yetistirmek icin Japonya`ya davet ediyorlar. Ben de organik tarim konusu ile ilgili 9 aylik bir egitim programinin parcasi olarak geldim. Karsilayan yetkili ve taksici ikisi de cok guleryuzluyduler. Junko`nun (Jica yetkilisi yasli kadin) benimle fotograf cektirip daha sonra o fotograflari kartpostal haline getirip yollamasina cok sasirdim. Japonlarin ne kadar kibar ve saygili insanlar olduklarini daha sonra defalarca gordum.
Gece isiklar icinde Tokyo cok guzeldi. Ilk defa bu kadar gokdeleni bir arada gordum. Yaklasik yarim saatlik bir yolculuktan sonra merkeze vardik. Japonya ile Turkiye arasinda 7 saatlik zaman farki var. Ilk birkac gun jetlack etkisinde olsam da olabildigince cok gezmeye calistim. Tokyo`daki ilk gunumde metro haritasini kaptigim gibi kendimi Tokyo`nun downtown`u olan Shinjyuku`ya attim. Tokyo metrosu gercek bir labirent ve cogu tabela japon alfabesinden olusuyor, icinden cikabilene askolsun, tabi bu yuzden kayboldum. Neyse ki insanlar cok kibar ve yardimsever oldugu icin sora sora yolumu buldum. Cogu cat pat da olsa ingilizce konusuyor. Metroda dikkatimi ceken nerdeyse herkesin birseyler okuyor olmasiydi. Ayrica yine metroda ve sokaklarda maskeli insanlar gordum. Sanki salgin varmiscasina insanlarin maskeyle dolasmasi ilk basta cok garip geldi. Sonradan ogrendim ki baharda sakura ( kiraz cicekleri) zamaninda heryer polen oluyormus ve bazi insanlar alerjileri oldugundan ya da rahat etmek icin maske takiyorlarmis. Bu aciklama beni pek tatmin etmedi dogrusu, sanki bir modaymis ve millet de bunun parcasiymis gibi geldi cunku subat daha bahar degil ve cok fazla insan maske takiyordu. Oniki Maymun filmindeki garip salgin havasi canlandi gozumde.
Shinjuku cok renkli ve hos bir semt, Japon modasi boyut atlamis. Ozellikle genclerin cogu kapaktan firlamis gibiydi. Erkeklerin sac kesimleri inanilmaz, sopar kelimesi cok yakisir. Kadinlarda dikkatimi ceken seyse kis olmasina ragmen ayaklarinda burnu acik ve ayaklarina abartisiz birkac numara buyuk dolgu topuklu ayakkabilar ve icine de file corap giymeleriydi, tam anlamiyla bakakaldim. Sonra magazalarin buyuklugu, oyun salonlarinin ucsuz bucaksizligi ve yarattigi yabancilasma etkisi, yuzlerce isikli tabela ve kanji sembolu, dukkanlardan sokaklara tasan cep telefonu ve bilgisayar promosyonlarindan bahsetmeme gerek yok herhalde. Ne de olsa teknoloji Japonya`nin ikinci adi. Fakat sunu belirtmeliyim ki okyanusun ortasinda bir adada olmanin ve dirlik duzenin verdigi cok degisik, daha once tatmadigim bir duygu hissettim. Teknolojinin bu kadar gelistigi bir ulkede dogaya cok saygililar. Ulkenin %69'u orman! ve buna ragmen en buyuk ithalat kalemlerinden birini orman urunleri olusturuyor yani adamlar ulkelerinin kiymetini biliyorlar. Kucucuk bir kara parcasini yeryuzu cenneti haline getirmeyi basarmislar. Her tarafta agac, park, bahce var. Bisikletli sayisi cok fazla, genc yasli herkes bisiklete biniyor. Tokyo'da sadece 3 gun kaldim. Ertesi gece yine ayni bolgede orada tanistigim Zeynep adinda cok seker biriyle bulusup aksam isikli sokaklarda dolastik, kalabalik bizi nereye cekerse o sokaga girdik ve sonunda yorulunca solugu bir sake meyhanesinde aldik. Hic turist olmayan cok otantik bir mekandi. Burada sake bizdeki raki muhabbeti gibi, meyhanelerde sohbet ve meze esliginde tuketiliyor. Ozellikle eskiden isten cikanlar erkek erkege bu meyhanelere gidip gunun yorgunlugunu atarlarmis, son yillarda ise kadinli erkekli mekanlara donusmus. Binlerce cesit sake var, biz garsonun onerisi uzerine icimi kolay olan ama carpan bir cesidi tercih ettik. Ikinci bardaktan sonra yan masadaki kadinli erkekli genc bir grupla muhabbete koyulduk. Onlar da ingilizce konusma kursuna gidiyorlarmis, bizimle sohbet dolayisiyla cok hoslarina gitti. Kizlardan biri dalis hocasiymis, onunla sohbet daha bir zevkliydi.
Cok sicakkanli davrandilar ve bize Tokyo'da neyi nerede gorebilecegimiz ile ilgili bilgi verdiler.
Bir sonraki gelisimde firsat olursa ulusal muzeyi, manga muzesini ve tabi ki imparatorun sarayini gormek istiyorum. Bir de Kabuki ( geleneksel Japon tiyatrosu) izlemeden olmaz.
Ertesi sabah diger ulkelerden gelen arkadaslarla tanistim. Organik tarim yapilan yer OISCA adli kurulusun Toyota City'deki merkezinde oldugu icin ayrintili bir tanitim programindan sonra Narita uzerinden Toyota City'e dogru saatte 270 km hiz yapan bullet trenle yola ciktik. Sansimiza gunesli bir gundu ve Fuji dagini gorebildik. Tepesi karlarla kapli bulutlarin arasindan suzuluyordu. 2 saat sonra Narita'ya oradan da Toyota City'nin Kanpachi bolgesindeki kampa vardik. Burasi ormanin icinde sessiz sakin bir yer. Ozellikle Tokyo'nun cafcafli halinden sonra tam anlamiyla sessizlik ve huzur hakim. Toplam 13 milletten 25 kadar kisiyiz. Ilk iki ay yogun Japonca egitimi aldiktan sonra uc farkli bahcede organik olarak cesitli sebze ve meyveler yetistirmeye baslayacagiz. Japonlarla ilgili bir baska bahsetmeden gecemeyecegim gozlem ise cok ama cok caliskanlar. Burada kalkis saati 6.00, gune gunesi uzerimize dogurmadan basliyoruz. Sonra sabahtan aksama kadar calismak calismak ve yine calismak. Yalniz egitimi eglence ve oyunla birlestirdikleri icin biraz tembel olmama ragmen bu tempodan cok da rahatsiz degilim. 9 ayin sonunda ic disiplinimin gelisecegi kesin!
Ilk gunlerde yemeklere alismak oldukca zor geldi cunku bizde ekmek neyse onlarda pilav yani pirinc lapasi o! sabah oglen aksam pirinc tuketiyorlar. Sofrada su icilmiyor, onun yerine surekli yesil cay tuketiliyor. Menuler genelde sebzeli corba ve baliktan olusuyor. Catal bicak yok sadece cubuklar var, ozellikle menude balik ciktiginda yemek gercek bir mucadeleye donusuyor!
Japonca'ya hiragana ve katakana alfabeleri ile basladik. Okumayi yeni sokmeye baslayan cocuklar gibiyiz, halimiz cok komik. Anaokulu sarkilari ogreniyoruz, haliyle matrak bir ortam olusuyor. Oda arkadaslarim Filipinler, Kenya ve Panama'dan. Hepsi de uyumlu kizlar. Oldukca iyi anlastik. OISCA dogayi koruyarak surdurulebilir kalkinma icin calisan bir NGO. Yillar once bir filezof tarafindan kurulmus, mottosu "cultivate the future". Ayni zamanda insan ruhunu ve bedenini iyilestirmek gibi bir misyonu da var. O nedenle burada israf ya da kotuculluk adina hicbirsey yok. Buyuk bir aile gibi herkes birbiriyle uyum icinde ve guleryuzlu. Yatay bir hiyerarsi var, ornegin 80 yasindaki sensei de sabah temizlik yapip bizimle jogging yapiyor. Yemeklerden once ve sonra doga tanrisina bize bu yiyecekleri sundugu icin dua ediyoruz. Copler 10'a yakin ayri kutuda toplaniyor ve cogu dogaya geri donusturuluyor. Plastikler ise Toyota City'deki ozel bir merkezde yakiliyor.
Su siralar burada Hina Matsuri adli bir bebek festivali var, 3 mart kiz cocuklarina adanmis, o nedenle her taraf bebeklerle suslu. Ayrica bu festival icin renkli pirinc kekleri yapiliyor ve yine pirincten renkli top hamurlar dallari cicek formunda susluyor. Cok renkli goruntuler var, geleneklerine cok baglilar ve coluk cocuk herkes bu zamani buyuk bir coskuyla kutluyor. Hina matsuri ayni zamanda baharin habercisi oldugu icin de ayri bir oneme sahip. Simdilik bu kadar. Gorduklerimi zaman icinde aktarmaya devam edecegim. Sayonara...